Gün geçtikçe artan bilgi birikimimiz kümülatif bir şekilde kullanıldığında günümüzdeki teknolojik gelişmeleri ortaya çıkarır. Tekerleğin icadı olmadan günümüzdeki arabalardan, elektrik bulunmadan modern bir hayat tarzından ve yazı icat edilmeden bu okuduğunuz yazıdan bahsedemeyiz. Ancak, eğer bu icatlar ilk günkü gibi kalsaydı ve diğer icatlar ve fikirlerle güçlendirilmeseydi, tekerlek günümüzdeki potansiyelinden çok daha uzak bir şekilde, ilkel bir yük taşıma aracı olmanın ötesine geçemezdi. Günlük hayatımızda devamlı olarak kullandığımız her araç yüzlerce yıldır süregelen bir deneme yanılma döngüsünün ürünüdür. İnsanoğlu, sürekli olarak kendisini ve çevresini optimal bir yaşam uğruna manipüle eder ve geliştirir. Bir ürünün ister fonksiyonel performansı, ister konforu açısından günümüz şartlarında bir alıcı bulabilmesi için, o ürünün sürekli olarak bir değişime tabii tutulması şarttır. Bugünkü yazımız, teknolojik gelişmelerle beraber araç kullanıcılarının park deneyiminin günümüzdeki haline evrilmesi ve gelecekte bizi bu konuda nelerin beklediği hakkında olacak.
Herhangi bir konuda gelecek hakkında bir fikir yürütmek istediğimiz zaman ilk başvurduğumuz ilk kaynak geçmiştir. Eğer bir sürecin gelecekteki hali hakkında isabetli bir fikir sahibi olmak istiyorsak, geçmişi hakkında olabilecek maksimum bilgi düzeyine erişmek yapılması gerekenler arasında önemli bir yer tutar. Ne yazık ki modern ulaşım araçlarının park etmesi tarihi üzerine araştırılacak kaynaklar sınırlı.

Modern arabanın doğuşu 1886 yılında Karl Benz’in yoğun çalışmaları sonucunda gerçekleşmiştir. 20. yüzyıl başlarında özellikle başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere dünyanın birçok yerinde hızla popülerlik kazanan bu araçlar beraberlerinde kullanımlarına dair sayısız kural ve sorumluluk da getirmiştir. Hane başına sadece bir araç olduğunu varsaydığımızda bile ortaya inanılmaz yüksek bir araç sayısı ve bu araçların doğurduğu bir park alanı ihtiyacı çıkmakta.Her ne kadar 1900’lerde arabalar günümüzdeki kadar yaygın olmasa da büyük şehirlerin park alanı ihtiyacının ortaya çıkması çok uzun sürmemiş. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde peyzaj mimarisi ve planlama profesörü olarak görev alan Eran Ben-Joseph’e göre 1900’lerin başında A.B.D.’de iki farklı park etme tekniği varmış. “Rank”(Sıralama) ve “Park” denilen bu teknikler, o dönemlerde henüz park alanları oluşturulmadığı için yol kenarlarında uygulanırmış. Sıralama tekniği günümüzdeki gibi araçların yol kenarına, birbirleriyle minimum boşluk bırakacak şekilde arka arkaya bırakılması, park tekniği ise araçların yol kenarına açıyla ve birbirlerine paralel bir şekilde bırakılmasıyla uygulanmış.

Motorlu taşıtların yol kenarına park edilmesi, deneyimsiz bir sürücü için meşakkatli bir uğraş olmakla beraber araç için de tehlike arz eden bir durumdur. Özellikle araç ve lastik teknolojilerinin günümüzden çok daha ilkel bir durumda olduğu 1900’lü yıllarda, aracın kaldırıma çıkması ve bunu takiben ön tekerlerde bozulma ve lastiklerin patlaması gibi sorunlar son derece yaygındı. Bu sebepten ve park halindeki araçların trafik düzenini bozması ve yol kenarlarının alan olarak yetersiz olması nedenlerinden dolayı 1920’lere gelindiğinde A.B.D.’de araçların park etmesi için açılan özel alanlar baş göstermeye başladı. Çoğunlukla alışveriş merkezleri gibi bölgelerin etrafında kurulan bu ücretli park alanları gün geçtikçe yayıldı ve günümüzde şehir planlamacılığının önemli bir uğraş alanı haline geldi.
Günümüz Araçları
Bugünün araçlarının düne göre her açıdan daha gelişmiş olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Artık araçlarımız kalabalık insan gruplarını Karl Benz’in hayal bile edemeyeceği hızlarda güvenlikten ödün vermeksizin konforlu bir şekilde bir noktadan diğerine taşıyabiliyor. Tüm bunları yaparken geride bıraktığı karbon ayak izini minimumda tutuyor ve bu sırada dünyanın geri kalanıyla iletişim kurabiliyor. Gösterge paneliyle ve sesli asistanıyla daha önce hiç gitmediği yerleri sürücüsüne tarif edebiliyor ve sürücü istediği konuma vardığında aracını park etmek için yine ondan yardım alıyor. Günümüzde bir arabada bize sıradan gelen her özellik bundan çok değil iki, üç nesil öncesinin insanına göre adeta sihirden farksız. Durum böyle olunca insan kendi kendine soruyor: “Artık daha bir araca daha ne ekleyebiliriz?” Bu sorunun cevabı ise bize dijitalleşme, nesnelerin interneti (IOT) ve akıllı ulaşım şeklinde geliyor.

Sürekli olarak daha iyisini, daha güçlüsünü ve daha hızlısını talep eden günümüz dünya anlayışının otomotiv sektöründe bizi getirdiği yer kimseyi şaşırtmasa gerek. Bu sektördeki teknolojilerin geldiği nokta, özellikle hız açısından, bundan 50 yıl önce yaşayan insanların dudağını uçuklatacak cinsten. Artık üretilen motorlar eskiye göre daha kompakt, daha efektif ve çok daha güçlü. Bu teknik özelliklerdeki göz alıcı gelişmelere rağmen motorlu taşıtların iç dizaynında, özellikle eğlence sistemlerinde yaşanan gelişmelerin yaygınlaşması son 20 yıllık dönemde gerçekleşti. Ekranlar araçlarımıza ilk 1979’da Aston Martin Lagonda ile girdi ve LED gösterge tablosu olarak kullanıldı. Takip eden yıllarda araba üreticileri ekranlara radyo, ses, sıcaklık ve yakıt tüketimi göstergeleri koymaya ve tüm bunları sığdırmak için daha da büyük ekranlar üretmeye başladılar. 1986’da Buick Riviera’yla gelen dokunmatik ekran ve 1990’da Mazda Eunos Cosmo ile ekranlarımıza ilk kez yansıyan GPS tabanlı navigasyon sistemiyle yavaş yavaş günümüzdeki halini alan ve araç içi deneyiminin önemli bir parçası olan ekranlar aynı zamanda araçların arkasında bulunan kamera ve sensörlerle park deneyimimizi kolaylaştırmaktadırlar.
21. Yüzyıl Park Deneyimi
Günümüzde araç kullanmak ve park etmek daha önce hiç olmadığı kadar kolay. Bu konuda son yüzyılda katettiğimiz gelişmeler ise heyecan verici. Peki bizi ileride neler bekliyor? Gelecekte araç içi deneyiminin her alanda daha da ilerleyeceği aşikar. Giderek akıllanan araçlarımız ve telefonlarımız arasında daha da güçlenen bir bağ oluşması son derecede tutarlı bir tahmin. Bunun yanında akıllı araçlarımızın nesnelerin interneti ağına bağlanıp diğer araçlarla ve etrafındaki nesnelerle sürekli olarak iletişim halinde olması şu an bize uzak bir gelecek gibi görünse de, akıllı araç konseptlerinde üzerinde en çok durulan ihtimallerden biri. Bu sayede trafik de 4. Endüstri Devrimi’nden yararlanacak ve otonom araçların önü açılmış olacak. Bu teknolojinin yapay zeka ile birleşmesi durumunda sürücü sadece aracını park ederken değil aynı zamanda aracı sürerken de kontrolü otonom sisteme bırakabilecek. Araç istenilen noktaya kendi kendine gidip park ederken sürücü de aracın içinde geliştirilmiş araç içi deneyimi sayesinde maksimum konforla seyahat edebilecek. Aynı özellikler toplu taşıma araçlarına da entegre edilebilir ve bu araçlar da akıllı ulaşımın bir parçası haline getirilebilir.

21. yüzyıl, bize araç sürmenin istenmeyen tüm yönlerini yok edebilecek ve sevilen tüm özelliklerini daha da ön plana çıkarma potansiyeline sahip sistemler vaadediyor. Tabii ki bu sistemler yarın veya haftaya kurulabilecek şeyler değil. Göreceli olarak küçük adımlar atılması ve sistemlerin parçalarının teker teker oturması gerekiyor. Tüm bu teknolojilerin üretilmesi ve birleştirilmesi için de muazzam bir efor gerekiyor. Biz parkpilot olarak akıllı ulaşım çözümleri ve nesnelerin interneti gibi geleceğin teknolojisi denilen sistemlerde üzerimize düşeni yapıyoruz. Ya siz?